Yüzleşme Mekânları 3-2: İZMİR İYON ÜNİVERSİTESİ

İtthat-Terakki milleti zorla emperyalistler arası savaşa sürer; Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Galiçya’da, Arabistan çöllerinde “bütün düşmanları yener” ve fakat “yenilmiş” sayılır! Emperyalist çocukların savaş oyunlarında böyle mızıkçılıklar olur! Bu durumda “hakkı yenen”, “yenilmiş” sayılan hemen “antiemperyalist kurtuluş savaşı”na girişir. Bu “kurtuluş” daha çok “İttihatçı”ların kurtuluşudur. Yoksa türlü suçlardan yargılanacaklardır.

İzmir’in “milli kahraman”ı Hasan Tahsin’e dönelim yine:  “O halde şimdi taşra örgütlerinin eylemleri nasıl devam ediyor? İttihat ve Terakki ya var ya yok! Bunu anlamak istiyoruz. Varsa nasıl oluyor da memlekete bu kadar zulüm ve ihanette bulunan bir örgütün devamına izin veriliyor?” Yani İttihatçılar “kurtuluş”ları için Ege’de ve İzmir’de “zulüm”e devam eder! Bu hal, mızıkçı emperyalistlerin “Yunan”ı İzmir’e göndermesine gerekçe olur!

İşte kara taş üzerinde saklanıp sessiz sakin bekleyen boş yarım bina bütün bu olan bitenin tanığıdır. Sorun ona “İzmir nedir”, üniversite ne iştir” o size anlatır:

İzmir şehri en az iki yüz yıldır Müslüman nüfusun üçte biri aşmadığı ve kapitalizmin hızla kökleştiği bir şehirdir. Hıristiyan alt sınıflar ticaret ve sanayi ile zenginleşmiştir ve onlar eğitime çok, ama çok önem verirler. İslâm zenginlerinin çocuklarıyla beraber çocuklarını yüksek tahsil için Avrupa’ya gönderirler. İzmir’in ileri gelenlerinin sohbetlerinin baş konularındadır: “İzmir’in şiddetle bir üniversiteye ihtiyacı var üstadım!

Birlikte Yaşama Arzusu

Sonunda, İzmir milletlerinin siyasi partilerinin ve dört semavi dinin temsilcileri, türlü din ve kültürden aydınlar, tüccarlar, sanayiciler ile Belediye Reisi Hacı Hasan Paşa bir araya gelir, kafa kafaya verir,  hesap kitap yapılır: Şehir meclisi bütçesiyle ve hamiyetli zenginlerin desteğiyle üniversitenin altından kalkılabilecektir.

İslâm millet siyasi partilerinin, biri dışında hepsi; Hürriyet ve İtilâf, Osmanlı Demokrat Fırkası, Osmanlı Sosyalist Fırkası bu girişimi destekler. Desteklemeyen İttihat ve Terakki’dir. Böyle girişimler takipçisi oldukları “Türkleştirme” siyasetine uymaz. İttihatçılar “bir arada yaşama”yı güçlendirecek her girişime olduğu gibi, üniversiteye de karşıdırlar.

İslâm millet aydınları; Sabitzade Emin Süreyya (avukat, Islahat gazetesi başyazarı), Mevlanzade Rıfat (Serbesti gazetesi sahip ve yazarı), Hafız İsmail Hakkı (Müsavat gazetesi sahip ve yazarı), Refet (Köylü gazetesi sahip ve yazarı), Resmolu İbnülfevzi Mehmet Ferit (Köylü’de başyazar), Menekşelioğlu Mehmet Refet, Muhami Mehmet Sadık (Müsavat gazetesi kurucusu, yazar) ve daha başkaları heyecanla katılır bu girişime. Ahenk ve Hizmet gazeteleri yazarlarından da itiraz eden yoktur. Şiddetle itirazı olanlar ortalıkta görünmezler, kaçaktırlar. İttihatçı Anadolu gazetesi “Yunan işgali”nden önce kaçmış, emperyalist İtalya’nın işgalindeki Antalya’da yayın hayatını başlamıştır.

Hıristiyan milletten en başta Çürükçüoğlu Nikolaki’yi saymak gerek. Türkçe dilinin ustası olan Çürükçüoğlu, Sabitzade ile ortak avukatlık bürosu sahibidir ve Islahat gazetesinde yazar. Osmanlı hukuğu uzmanı Yüksek Komiser Stergiadis’e düşen, bu geniş mutabakata destek olmaktan öte bir iş değildir. Amaltiya (Αμάλθεια), Armoniya (Αρμονία), La Reforme (Rumca yayınlanan Islahat), Ergatis (Ο Εργάτης, İşçi, komünist gazete) Kozmos (Κόσμος) ve cümle Rumca gazeteler, Ermeni yayınları üniversite heyecanını yansıtır sayfalarında.

Üniversiteye ad da bulunur: Ιωνικό Πανεπιστήμιο Σμύρνης yani İzmir İyon Üniversitesi.

Üniversite binaları için kara taşın üstünde yarım bırakılan “İttihat Terakki Mektebi” binaları tamamlanacaktır. Ancak, üniversite hocaları nasıl ve nereden sağlanacaktır, iş oraya gelir dayandığında, ünlenmeye başlayan matematikçi Karatodori gelir akla.

Almanya Göttingen Üniversitesi profesörü olan Konstantin Karatodori yapılan daveti kabul eder, hemen gelir,  kolları sıvar. Binalar hızla  bitirilir. Bir de kütüphane ve diğer donatılar için vakıf kurulur, Osmanlı geleneğine uygun.

Karatodori hoca, ilk olarak Eylül 1920’de Berlin’den ünlü Profesör Yorgo Yoakimoğlu’nu, kuruluşta yardım için çağırır. Yoakimoğlu hijyen ve mikrobiyoloji bölümlerini üstlenir.

İzmir’in Yeniden İşgali

Üniversitenin 10 Ekim 1922 günü açılması hedeflenir. Yunanca temel eğitim dilidir, bazı durumlarda Türkçe ve diğer diller de olacaktır. Üniversite, cinsiyet ya da milliyete bakılmaksızın herkese açıktır. Kız erkek, İslâm Hıristiyan karışık okuyacaktır. Dünyanın ve elbette Osmanlı’nın çeşitli yerlerinden öğrenciler gelebilecek, doktora, diploma ve sertifikalar verebilecektir.

İzmir’in yakınında, Tepeköy’de bir tarımsal deneme çiftliği açılır. Tarım uzmanları eğitilecek, çitçiler tarımsal üretim yöntemleri, hayvan ve bitki hastalıkları üstüne bilgilendirilecektir.

Aralık  1920’de, İzmir İyon Üniversitesi için kurulan vakıf sayesinde laboratuarlar deney gereçleriyle, kütüphane kitap ve belgelerle dolar.. Karatodori Leipzig Üniversitesi’yle işbirliği ederek Avrupa üniversiteleri düzeyinde bir kütüphane düzenler.

Düşman “Yunan” askerinin işgali yetmemiştir, İzmir “düşman” bilim insanları tarafından bir kez daha “işgal” edilmektedir! 9 Eylül 1922’de İzmir “kurtarılır.”. ”Düşman” Profesör Karatodori  kütüphane ve labarotuarı bu tarihten birkaç gün önce Atina’ya taşır.

Her Yanımız Düşman

“Kurtuluş” ertesinin “tarih yazıcı rahipler”inin bitmeyen bir “kutsal” görevi vardır; köşe bucak düşman ararlar. Düşman ya göze sokulur, ya da defterden silinir. İzmir İyon Üniversitesi “defterden silinen” düşman girişimlerindendir ve bu yüzden “kutsal resmi sayfalar”ın hiçbirinde görülmez. İzmir’in eğitim tarihinde ilk üniversite 1956’da kurulan Ege Üniversitesi olarak geçer. Hem de İzmir İyon Üniversitesi’nin bıraktığı yerden başlayarak, yani tıp ve ziraat fakülteleri ile eğitime başlar. Ama tarihçesinde ne İzmir İyon Üniversitesi’nden, ne de dünyaca ünlü Karatodori’den hiç söz edilmez. Yüzleşmek, bu defterlerini yeniden açıp okumaktır da…

Düşman”ı defterden silme gerekçelerini önce üniversitenin adında aramalı. Ne demek İzmir İyon Üniversitesi? “Türk toprağı”nda “İyon” diye adı Türkçe olmayan üniversite olur mu?

Bu minderde “düşman”la güreş tutana sorarlar; İzmir Türkçe mi? Üniversite Türkçe mi? Hiçbir değil! İzmir’i de içine alan Batı Anadolu bölgesi Türkçe tarih kitaplarında “İyonya” diye öğretilmiyor mu?  “Anadolu” doğu demek (Anatoli), yani o da Türkçe değil. Bu noktadan çift dalan milli pehlivan “tuş” olur.

Yunanca “temel eğitim dili”dir! Nasıl olur da Yınanca temel eğitim dili olur? Her Türk buna karşı çıkmak zorundadır!!!

Neresinden tutmalı bu “kuvvetli” milli tezin?

Birincisi: İzmir çok dilin konuşulduğu, bunlar arasında “İzmir Rumcası”nın en yoğun konuşulduğu bir şehirdir. Ayrıca “Smirneika” (Rumca, Türkçe, Ermenice, Ladino, İtalyanca, Fransızca…) denilen bir diller senteziyle iletişim kurulabilen “özgün” bir şehirdir ve bu özgünlüğün hayat içinde oluşumu yüzyıllar almıştır.

İkincisi, “bilim dili” Yunancadır. Hayır, olamaz diyenler, tıp terimlerine baksalar yeter: Gastro, jinekoloji, ortopedi, pediyatri, urologia, kardiya… Hepsi ve dahası Yunanca’dır. Milli onuruna çok düşkün olan ya bunlara Türkçe karşılık bulur, ya da tıp fakültelerini kapatır! Paris’e okumaya gönderilen genç orada Türkçe eğitim görmüyor ya! Üstelik tıp eğitimi alacak genç Paris’teki mikrobiyoloji dersinde ve laboratuvar çalışmalarında aynı eski Yunan’dan beri kullanılan kavramlarla çalışacak.  İzmir İyon Üniversitesi’nde mikrobiyoloji laboratuvarında da öyle olmayacak mıydı?

Hele bu “biz” hassasiyetiyle dolu eleştiriyi yapanların azımsanmayacak kısmının “yabancı” dilde eğitim veren okullarda okuması, çocuklarını da buralarda okutmasına ne demeli?

Özerk İzmir

Ama, Yunanistan İzmir’de denize dökülmeseydi, İzmir Yunanistan topraklarına katılsaydı ve o zaman o üniversitede ve hatta İzmir’de bir tek Türk kalır mıydı?! Bu da “kuvvetli” milli tezlerden biri…

İzmir Yunanistan topraklarına falan katılmayacaktı. Bu niyeti taşıyan Yunanistan milliyetçi partileri, Sovyet Devrimi’nden, özellikle Kızıl Ordu’nun kesin üstünlüğünden sonra yapayalnız kalmıştı. İngiltere, Fransa kendi derdine düşmüş, ülkelerinde yükselen işçi sınıf mücadelesiyle boğuşur olmuştu. Yalnız kalmış Yunanistan’ın 5,5 milyon nüfusuyla 13,5 milyonluk ülkeyle, hem de deniz aşırı bir savaşta baş etmesi mümkün değildi.

Bu mümkündü değildi meselesinden önce hararetle tartışılan bir başka konu hep atlanır: Özerk İzmir!

İzmir’de “birlikte yaşama” iradesinin her tür ayrılıkçı-milliyetçi çabalardan daha güçlü olduğunun göstergesidir “özerklik.” Üstelik sadece “Türkleştirmeci”lere karşı değil, Yunanistan’a bağlı “özerk İzmir” isteminde bulunanlara karşı, Osmanlı’ya bağlı “özerk İzmir” mücadelesi verenlerdir onlar. Yani, İzmir’in işgali değil, iki türlü özekliği tartışılır: Amina hareketinin Yunanistan’a bağlı özerk İzmir arzusu ve Stergiadis’in de desteklediği, Sabitzade Emin Süreyya ve Çürükçüoğlu Nikolaki’nin canla başla gerçekleşmesi için çalıştıkları “Osmanlı’ya bağlı özerk İzmir.” Ve, bu “Özerk İzmir” 30 Haziran 1922’de resmen ilân edilir.  Ankara hükümeti, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan yönetimi bu kararı tanımaz!

Yani, “düşman elinde kalsaydı” ile başlayan şartlı cümleler yalandır. “Emperyalistler” bile “Özerk İzmir”e karşı olduğuna göre…

İç Düşman Karatodori

Milliyetçi tekerleme: Elin “gavur”u bize bilim mi öğretecek?! İzmir İyon Üniversitesi’nin de, o üniversiteyi kuran “gavur” hocaların da tarihimizde yeri olamaz! Onlar da defterden silinmiştir. Açalım yine o eski defterleri:

İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” Bu hadisi şerifin varlığını kabul edenin, İzmir’e gelen “bilim”i kabul etmemesi tam bir milliyetçi muhafazakâr zafiyet örneğidir. Üstelik ortada onun çarpık zihniyetinin ifadesi olan “gavur” da yoktur.

Karatodori’nin babası, hukuk ve matematik eğitimi almış bir değerli diplomattır ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Brüksel büyükelçisidir. Büyük dede İstefanidis saray hekimidir. Ayrıca Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin kurucusudur ve orada öğretmenlik yapmıştır. Yeğeni Konstantin Karatodori ise Lonra’da eğitim görmüş bir cerrah ve göz hastalıkları uzmanıdır; o da saray hekimi olmuştur ve o da Tıbbiye’de ders vermiştir. Dr. İstefan Karatodori’nin oğlu Aleksandr Karatodori Paşa ise hukuk ve matematik eğitimi almış bir Osmanlı diplomatıdır ve Hariciye Nazırı (dışişleri bakanı) olmuştur. Osmanlı tarihinde başka bir Hıristiyan yoktur bu makama gelen..

İşte İzmir’de üniversite kuran Konstantin Karatodori böyle bir aile geçmişine sahiptir. Aile Brüksel’de iken annesi vefat eder. Konstantin altı yaşındadır ve genç Caratheodory büyükannesi, Eftalia Petrokokkinos ve Alman dadı tarafından yetiştirilir.  Gençliğini Brüksel’de geçirir. Türkçe, Flamanca ve Almanca’yı rahatlıkla konuşur. İnşaat mühendisliği okur ve amcası Alexander Stephen Karatodori’nin daveti üzerine 1898  Yılında Mısır’a gider. Asuan Barajı inşaatında bir mühendis olarak çalışır. Ama aklı fikri matematiktedir. 1903’te Berlin’e gider ve iki yıl matematik eğitimi alır ve Göttingen Üniversitesi’nde matematik hocalığına başlar. Albert Einstein ile yakın arkadaş olurlar. Einstein “görelilik kuramı”nı geliştirirken Karatodori’ni yararlanır.

Karatodori’yi “düşman” sınıfına sokup defterden silmek kolaydır, ama tarihine sahip çıkan hiçbir şehir ve o şehirdeki hiçbir üniversite Karatodori’yi ve kurduğu “ilk” üniversiteyi “yok” sayamaz. Onun matematiğe ve termodinamiğe katkılarını erbabı bilir. Meselâ: Varyasyonlar matematiği,  Termodinamiğin aksiyomatik formülasyonu, Gerçek değişken ve ölçü teorisinin fonksiyonlar teorisi, Karmaşık fonksiyonlar teorisi. Ayrıca fiziğin matematiksel temeli alanlarında, termodinamik , geometrik optik , mekanik alanlarında katkıları vardır.

İzmir “düşman işgalinden kurtarılmadan birkaç gün önce, Karatodori, tüm kütüphane ve laboratuvarları Atina’ya taşır. Acaba taşımasaydı “yangın”dan kurtulur muydu o kitaplar, bilinmez… Acaba İzmir, Türkiye Cumhuriyeti’nin “özerk” bir bölgesi olsa, İzmir İyon Üniversitesi ne düzeyde olurdu, nasıl anılırdı?

Karatodori’nin geniş sülalesi İstanbul’da yaşamaktadır ve hep “Osmanlı vatandaşlığı” savunucusu olmuşlardır. Karatodoriler’den düşman devşirme meraklıları çok zavallıdır.

 Aynı Dilde Ayrı Dua

Gelelim Yoakimoğlu’na, onun ne işi var İzmir’de?”

Yorgos Yoakimoglou 1887 yılının bir 28 Aralık gününde, karlı bir Kula sabahına doğar. O günlerin Kula nüfusunun üçte biri, ki üç bin dolayında olmalı, Ortodoks Rum’dur. Kulalı Hıristiyanlar Türkçe’den başka dil bilmezler , Yorgos ortaöğrenim için İzmir’e, Evangeliki Skholi’ye gönderilir, burayı başarıyla bitirince Berlin Üniversitesi’nde tıp eğitimine gönderilir. Orayı da başarıyla bitirir ve biyokimya dalında doktora yapar. Meslek hayatı aralıksız araştırmalarla geçer. 1913’te Berlin Üniversitesi farmakoloji çalışmaları başkan yardımcısı olur. Orada “kaşıntılı humma”ya karşı mücadele çalışmalarıyla ün kazanır ve aralıksız üniversitede hocalık yapar. Karatodori çağırınca da “memleket”i İzmir’e koşa koşa gelir. O İzmir’de üniversite için çalışırken bütün sülalesi Kula’da onun başarısı için “dua” etmektedir.

Ya, işte İzmir’e gelen Karatodori ve Yoakimoğlu adlı vatandaşlarımız böyle bir kişilerdir. İkisi de gerçek birer “Osmanlı”dır! Ama İttihatçılara göre bir “kusur”u vardır ikisinin de: “Dua”ları farklıdır, Hıristiyan’dır onlar.

Niçin Hep Hak Kazanmaz?

İttihatçı zulmünden kurtulmak, “Özerk İzmir”de çok renkli yurttaşlar olarak yaşamak isteyenler kaybeder. Ülkeyi savaşa sokan, Ermenilerin soyunu kurutan, mallarını gasp edenler kazanır. Onlar silahlıdır.

Çürükçüoğlu Nikolaki 10 Eylül günü Çankaya’da kaldırım üstünde ölü bulunur. Sabitzade Emin Süreyya da aynı günler ortadan kaldırılmak istenir, ancak onun gibi  İzmir halkının sevgisini kazanmış birinin o günlerde öldürülmesinden çekinilir. Ancak Kasım 1922’de İstiklâl Mahkemesi engizisyonunun kararıyla idam edilir. Belediye reisi Hacı Hasan Paşa olacakları sezmiş ve Atina’ya kaçmıştır. Mevlanzade Rıfat, Hafız İsmail Hakkı, Refet, Resmolu İbnülfevzi Mehmet Ferit, Menekşelioğlu Mehmet Refet “Yüz Ellilik Liste”ye dahil edilir ülke dışına sürülür ve ülkelerinde hâlâ “birlikte yaşamak” isteyenler ile “ya kurtuluş, ya ölüm” diyenlerle mücadele içindedir.

Son söz: Bilenler ve bilmeyenlere anlatmıştır nasıl olsa, ben yine de yineleyeyim. Karataş semtinde, kara kaya üstünde saklı mekân bugün İzmir Kız Lisesi’dir.

Talât Ulusoy- 12 Temmuz 2015

Leave a comment