Terbiyemizde yalnız edebiyatımıza değil, tarihe, kısacası tarihimize de büyük önem veririz. Çünkü Osmanlı’nın geçmişini ciddi olarak bilmemek, incelememek, araştırmamak yüzündendir ki özellikle Meşrutiyet’in başından beri belâdan belâya uğradık, bu hallere düştük, memleketçe, saltanatça, devletçe küçüldük, asırlarca emeklerle kazandıklarını biz … içinde kaybediyorduk.
Ah benim cahil hallerim!..
Yazgısını İttihat ve Terakki ileri gelenleri gibi yaman ellere teslim edenlerin sonu başka türlü olamazdı. … … “Morgentau”nun nitelendirdiği tayfadan cahil biri olunca bir devlet gemisi elbette bir kıyıya, bir kayaya böyle baştan kara vuracaktı. Kendi düşen ağlamaz.
… (Anlamayana anlatmak),.. ne derseniz deyiniz, bu anlayışı kıt, zihnen hasta heriflerin bir türlü akıl erdiremedikleri Osmanlılık idi. Çünkü Osmanlı tarihini hiç okumamışlardı. Okusalar da anlayamazlardı. Anlayamadıkları için bir Türklüktür tutturmuşlardı, illâ, Türk Asya’nın büyük bir kavmidir, çok büyük bir milletidir. Buböyle bilinir, daha çok bildirilsin, o da alâ. Fakat nasıl oluyor da on üçüncü yüzyılın sonunda, on dördüncünün başlangıcında bir avuç Türk, topu topu bir ve nihayet birkaç kabile Asya’nın ortasından doğru geliyorlar, Anadolu’nun saf bir köşesinde şehirlerini kuruyorlar, hemen kurar kurmaz birleşiyorlar, büyüyorlar, dört yana yayılıyorlar. Yüz elli, iki yüz sene içinde:
Biz öyle çalışkan ve güçlü kişileriz ki
Bir küçük aşiretten dünyaya egemen bir devlet çıkardık[1]
Diyebiliyorlar. Hem de öyle bir devlet ki altı yüzyıldır şöyle böyle ezici bir kuvvetle, günahsız-haramsız yaşadı. Dünyada pek az devletlere nasip olmuş bitmeyecekmiş gibi görünen bir ömre sahip oldu, düşünceye sığmaz fırtınalara göğüs gerdi.
Şimdi bütün ince ve derin sorunlarıyla tarihimizin o bölümünü, o yanını göz önüne getirerek bilimle, adaletle ve siyasetle düşünmeliyiz: Türk’ten bir kabile , Türklükten bir ufacık parça bu harikayı nasıl var etti? Bu bolluğun, bu gidişin başka bir kaynağı yok mu? Var. Evet var, o da Osmanlılıktır. Osmanlılık fikridir. Osman Han’a itaat ederek bu saltanatı kuran Türkler bir içgüdü ile kavradılar ki o çevre ve olanaksızlıklara göre yalnız Türk ve Türklük bu büyük işi başaramaz. Osmanlılık gibi geniş bir düşüncenin yardımındansa yoksulluğu seçtiler ve muratlarına da erdiler…
Devlet Osmanlı Devleti, saltanat Osmanlı saltanatı, memleket Osmanlı memleketi oldu. Bir Rum, bir Arnavut, bir Boşnak, bir Çerkes, bir Ermeni Müslüman oluverince Osmanlı idi, üstün yanına, hünerine göre derhal Osmanlı toplumunda en yüksek düzeylere çıkardı. Müslüman olmasa bile ikinci derecede olsun bir yer, bir hayat hakkı vardı, reayadan[2] olurdu. Canca ve malca emniyet içinde yaşardı.
Reaya emin ve rahatta, halk devlet gözetiminde
Mutlu sahipler merhametli, dünya tümüyleaydınlık [3]
Osmanlılıkta reayanın güven ve rahatı egemen bir düşünceydi, bir siyasetti.
İşte bu Osmanlılık fikridir ki ilk atalarımıza kılıçlarından daha çok yar, yardımcı oldu, Osmanlı toplumunu meydana getirdi. Getirdikten sonra yüzyıllarca yaşattı. Yalnız kuvvet bakımından, ezici güç bakımından değil, anlayış bakımından, süreklilik bakımından yaşattı, siyasette, edebiyatta, sanayide, bütün maliyede millet olmamıza az çok hizmet edenlerin yüzde kaçı Türk, kaçı halis, muhlis Osmanlı’dır? Köse Mihallerden, Evrenoslardan Sokollulara, belki hatta Köprülülere varıncaya kadar varlıklarıyla öğündüğümüz devlet adamları Osmanlılık fikrinin o parlak sonuçları değil miydiler? Siyasette böyle, fakat diğer mesleki becerilerde daha da böyledir. Hatta bu Osmanlı toplumuna din değiştirme yoluyla girmeyen, dinlerini koruyan reaya bile ekonomik bakımdan, bilim bakımından hizmette kusur etmiyorlardı.
Geçen yüzyılın ortalarına doğru Tanzimatı Hayriye’den, yani Osmanlı Devleti modernleşmeye başladıktan sonra bu Osmanlılık fikri daha çok değer buldu. Reaya din anlaşmazlıklarına rağmen daha Osmanlı oldu, Osmanlı toplumunda daha çok haklar, daha yüksek düzeyler kazandı.
Evet, bir hakikattir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, bu yüzyıl başlarında millet fikirleri pek çok dalgalanınca, her millet bağımsızlığını, bağımsız gelişimini arayınca, işte bence Osmanlılık kökünden sarsıldı. Zaten bir iki yüzyıldır sönmeye yüz tutmuştu, bir düzeni yoktu. Öyle olmakla beraber doğru ve güzel davranılsaydı, yine canlanırdı. Tam bir kuvvete, yaradılıştan bir kabiliyete sahipti. Osmanlı toplumu yüzyılların kesintisiz emeği ile vücuda gelmiş, öyle kolay kolay devrilmez bir dayanağa yaslanmıştı.
Beş altı yüzyıldan beri birlikte bir toprakta Osmanlı adı altında yaşamış, biri diğerinin ayrılamaz parçası olmuş, özellikle kısmen milliyet anlaşmazlığına rağmen bir yerde çoğunluk ve azınlık itibarıyla birbirinden ayrılmaları olanaksız görünen milletler bu toplumu yaşatmaya birlikte çalışabilirlerdi. Fakat böyle bir başarıya erişmek için yönetimin başında son derece değerli hükümet adamları, dâhiler isterdi, onlar da yoktu.
Osmanlılık fikrinin kudretine nasıl hayran olmamalı ki bugün bu hale geldikten, hâlâ senelerden beri Türklük namına akla sığmaz zırzopluklara kalkıştıktan sonra kurtulmak için yine o fikre ihtiyaç duymak zorundayız. Keskin bir Türk milliyetiyle, elbette Türklük endişesiyle olursa bu hayırlı işi büsbütün yıkarız.
Şu bilinen Osmanlı memleketlerinde Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve diğerleri çaresiz birlikte yaşayacaksak yine Osmanlı toplumunu içtenlikle ayağa kaldırmaktan başka yol bulamayız. Hepimiz Osmanlı genel adı altında eşit haklara sahip oluruz. El birliğiyle bu toprağa, bu devlete hizmet ederiz. Yoksa bu fikri örnek almaz ve canlandıramaz da koyu bir Türklük düşüncesiyle, ihtirasıyla kalkar, oturursak kaçınılmaz olarak öbür milletleri de öyle şiddetli milliyetperverliğe sevk ederiz, o toplumu bozarız, fakat memleketimize, milletimize hizmet etmiş olmayız. Bu düşünce yalnız Türkler için değil, bu toprağın başka milletlerden evladı için de geçerlidir, zararda kârda hepimiz ortağız.
[1] Biz ol âl-i himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten (Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi’nden)
[2] Reaya: Tanzimattan önce Osmanlı Devleti’nin Müslüman olmayan uyrukları. Sığır-koyun sürüsü anlamına da gelir.
[3] Reaya emin ve rahatta, ahali az u devlette
Hazz erbabı re’fette, cihan yekpare nurdan