Yüzleşme Mekânları3-1: SAKLI MEKÂN MASALI

Yüzleşme Mekânları 3-1

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman yılları içinde bir koca kara kaya varmış. Üç boy denize dalar; Bahri Baba’dan (1) Karantina’ya (2) geçit vermezmiş. Gel zaman, git zaman kayanın sudan yana yarısı berheva edilince; “Dolma”dan (3) Karantina’ya  yalı yalı gidilir olmuş; Çeşme’ye kervanlar, Reşadiye köyüne (4)  tramvaylar gelir gider olmuş. Soran olurda kalan kaya ne olmuş, onun da üstüne bir koca mekân kondurulmuş ki, hâlâ Körfez’e bakıp dururmuş. Ama buralar bugün o mekân ile değil, evvelden yol kesen koca “kara kaya”nın ile bilinir…

Yüz yılda yüz defa adı değişen bir mekân hangi sıfatıyla oralara isim olabilir?  “Hakikât”i inkâr ve iğfal eden “gerçek” yalanlarda geçmişi çalınan, asıl adı silinen o koca mekân, derler ki, şehre küsmüştür. O sebeptir ki yüzünü göstermez. Masal bitirilir!…

Tarihsiz Tarihçe

Masal içinde “hakikât” aramaktan korkan, “gerçek”in emrine girer. “Gerçek” tek rehberdir, ve “bu böyledir” der:

Okul binası 1911 yılında İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından İttihat ve Terakki Mektebi olarak yaptırılmış, daha sonra Erkek Muallim Mektebi olarak kullanılmıştır. Fransız yapımı olan bina eğer Kurtuluş Savaşı sonrasında İzmir düşman elinde kalsaydı , “Helen Hastanesi” olarak hizmet verecekti.” (5) İşte o mekân hakkında “gerçek” budur.

Gerçek” diye yazılan bu satırlarda, “gerçek” kendi gerçeğiyle çelişkiye düşer. Meselâ mekânın yapım tarihi 1911 der, ama değildir! Bu yanlışa bir de Rahmi Bey yanlışı eklenir: İzmir’e 1913’te  “özel” vali olarak İttihat Terakki tarafından gönderilen Rahmi Bey’e 1911’de  bu okulu yaptırır!?

Yaptırır, “muktedir” yalanlarından üretilmiş sözlere “muasır medeniyet”te, gerçeği gerçeğe kırdırsa da, yine “gerçek” adı verilir. “Gerçekçi olunacak, ol!

Düşman”, “Helen Hastanesi” (6) olarak kullanılacakmış bu mekânı! Bu da “gerçek” bilgi. “Hakikât”te, o tarihlerde İzmir’de, Hıristiyan mahallesinde, Fasula düzlüğünde büyük bir Helen Hastanesi vardır. Kartal yuvasına hastane yapmak ancak resmi “gerçekçi”lerin mühendislik eseri olabilir. Bu tür mühendislikte “atmak” veya “sallamak” esastır.

Böylesi “serbest atış”lar, belediyelerden valiliklere, üniversitelerden orta öğrenim kurumlarına kadar her düzeyde resmi sayfalarda yazılan ve iler tutar yanı olmayan böylesi “gerçek”ler, aslında düşünmeyi “kilit”lemek, geçmiş ile bugün arasına “perde” çekmek işlevi görür ve serbesttir.  Meraklısına bulunduğu il ve ilçenin belediye sitelerinde “tarihçe” bölümünü dikkatlica okumaları önerilir.

Yüz yıllık “resmi gayret”lerin sonucu, “düşman” kelimesinin geçtiği yerde çoğu akıl sahibi TC’ci yurttaş “sebep-sonuç” ilişkisi arama gereği duymaz. Madem ki “resmen böyle”dir, “öyleyse öyle”dir şartlı refleksi! İslâm”ın beş şartı dışında, İttihatçı Cumhuriyet’in bir şartı budur.

Bir diğer şartlı refleks: “Öteki” ne yaptıysa kötü, “biz” ne yapmışsak “iyi” amentüsüdür. “İzmir düşman elinde kalsaydı” şartlı cümlesi, “düşman” zamanında ne olduysa “kötü” olmuştur, refleksini dayatır. Hele hele “Helen” ile “düşman” bir araya getirilince o mekânın “hastane” gibi insani kullanılma amacı bile “düşmanca” bir girişim olarak algılatılır, algılanır. Bu çarpık algının olguyla ilişkisi yoktur. İttihatçı Cumhuriyet’te toplumun çoğu, bu ilişkiyi aramayı aklına getiremez, çünkü “milliyetçi, Atatürkçü, İslâmcı” insanlar yetiştirecek bir “eğitim şart” anlayışıyla “biçim”lenir. Toplumsal, siyasal mücadeleyi kim kazanırsa kazansın, sonuçta geçmişe dair “hakikât”i  hafızalardan uzak tutacak; insan ile geçmişi arasına bir karartma “perde”si çekilmiş olur. Tek ışık kaynağı “gerçek”tir.  “Gerçeğin vesayeti” altına sokulur özellikle eğitimli “gerçekçi pervane”ler…

Perdenin önünde resmi “gerçek”in nefret dilli “al” (Türk) ve “yeşil” (İslâm) “gerçek”ler vardır sadece. Bunlar “Mukaddes İstiklâl” ya da “Kutsal Kurtuluş” uğruna “Milli Birlik ve Beraberlik” için söylenen “faydalı” yalanlardır; çünkü “kimseye zararı yoktur, devlete, millete yararı çoktur!” Zihniyet bu olunca, ortalık “faydalı yalan”dan geçilmez olur “gerçek bilgi” adı altında.

Bilinir ki “bilgi iktidardır”, “gerçek bilgi” demir yumruklu bir iktidardır. ve “kutsal yalan”ların “bilgi” pazarına sürülmesiyle kuvvet kazanılır. “Yalan”ın oluşturduğu algılarla yönlendirilir, yönetilir toplum.

İşte, gözlerden ırak bir kaya üstünde “saklı hikâye”si saklanan koca kara bina, “milli yalancılık” mühendisliğinin bütün “algı” örneklerini içerdiği için, önemli bir yüzleşme mekânı örneğidir. “Milli Yalancı”lara tutsak kalmaktan kurtulmanın bir yolu bu mekândan geçer

“Mekân hikayeleri”nin giriş tekerlemesidir, bilinir: “İnsan yalan söyler, mekân yalan söylemez.”

Mekân’da Saklanan

“Tarihçe”de İttihat Terakki Mektebi diye bir okul geçer, doğrudur. “Sermayenin Türkleştirilmesi” gibi, “eğitimin Türkleştirilmesi”ni hedefleyen ithal malı İttihatçılar, 1908’den sonra ilk işlerden biri olarak “Osmanlı İttihat Mektepleri Cemiyeti”ni oluşturur ve halktan “İttihat mektepleri” açmak için para toplamaya başlar. İzmir ileri gelenleri de bir dernek kurar, hali vakti yerinde olanlar para koyar ve şu açıklama yapılır.

… ‘Türk Vatan Kulübü” adıyla önemli bir kulüp kurmaya yönünde çaba harcanmakta olduğunu ilgilenenlere bildiririz. Kulübün ‘Osmanlı Terakki ve İttihad’ Cemiyeti’ninkoruması altında  olması için gereken müracaatta bulunulmuştur…” Kulüp’ün  adıve İttihatTerakki Cemiyeti ile ilişkisi üstüne yapılan tartışmalar çok anlamlıdır. Ancak, konudan uzaklaştıracağı için geleceğin bir yerine erteleyelim. Devamla;

“Kulübün yeri ve binası için de Süleyman beylerin (Eczacıbaşı-tu) İzmir’ce meşhur olan Beyler Sokağı’ndaki büyük konak ve bahçeleri tahsis edilmiştir. Kulüp, başlıca şu iki maksat ve gaye üzerine kurulmuştur:.. Kulüp biri Türk, biri Rum, bir Ermeni, biri Yahudi olarak her sene dört zeki talebeyi (okutacak, bunlardan başka  ikisi ileride seçilip biri zabit biri de yeteneğine göre bir meslekte olmak üzere Avrupa’ya gönderilerek tahsil ettirmesini taahhüt eder…” (Hizmet gazetesi, 27 Ağustos 1908)  Dikkat: Meşrutiyet yeniden yürürlüğe konalı daha bir ay olmuştur ve İzmir’in ileri gelenleri Tanzimat’tan bu yana sahip çıktıkları “Ortak Vatan, Eşit Vatandaş” ilkesini takipte ısrarlıdır. Açıklamada verdiği sözü tutar ve “kurtluş” a kadar sürdürür.

Ama İttihatçılar da istedikleri okulu 1911’de açar. Ama okulun geçici binası Beyler Sokak’tadır (7), koca kaya üstünde değil. 1911 Tarihi binanın yapımına “mecburen” başlanılan yıldır. Resmi “tarihçe”nin yaptığı bir kronolojik hata değil, bir perdeleme çabasıdır. Serbest İzmir gazetesinde yer alan açık mektupta yazılanlar perdeyi kaldırmakta yardımcı olabilir:

Her yerde olduğu gibi Aydın vilayetinde (8) de milli yardım adına çok paralar toplanıldı. Köylülerimiz tohumluk ürününü satarak, şehirlilerimiz bütün zorunlu ihtiyaçlarından vazgeçerek ellerinde avuçlarında ne varsa size verdiler.

Siz bir takım kurumlar oluşturmak, okullar açmak vesaire gibi pek güzel ve ilk bakışta çekici sözlerle onları oyalıyor, aldatıyorsunuz. Çünkü aradan epey vakit geçtiği halde halâ hiçbir şey yapmadınız. Tiyatrolardan, konferanslardan adeta haraç gibi (toplanan), eşraftan senelik olarak alınan yardımdan elinize geçen binlerce liraları ne yaptığınızı, ne yapmak istediğinizi öğrenmek istiyoruz.

Ey İttihat ve Terakki’nin İzmir Şubesi’ni teşkil eden ulu kişiler! Bilmiş olunuz: İzmir halkı sandığınız kadar budala değildir. İşte bugün sizden hesap istiyoruz…” (9)

Onda Dokuzluk Erkek Millet!

O gün bu gündür verilen bir hesap yoktur. Aynı davada kişi hem davalı, hem davacı, hem de yargıç olur mu? Bu farklılıklar ortadan kalkarsa, hesap sormak da imkânsızlaşır. Hem davalı, hem davacı, hem de yargıç olunamaz ama, “hem suçlu, hem güçlü” olunabilir. 1915’ten beri suçlananlar, “hesap sorulması” gerekenler gücü ellerinden bırakmaz,

Toplanan paraların az bir kısmıyla, Serbest İzmir’de örneğini gördüğümüz kamuoyu baskısıyla, 1911’de “İzmir İttihat ve Terakki Mektebi” inşaatının göstermelik temeli atılır, ama öylece kalır!  Kalan paralar mı? Para toplamayı başlatan Doktor Nazım, devam ettiren Celal Bayar, Rahmi Bey ve takipçileri bu paraların hesabını vermez. İttihatçı saltanat ve İttihatçı Cumhuriyet dönemleri, gücü eline geçirenin “hayır işleri” için “hesapsız” para toplamasıyla maluldür!

Nitekim, topladıkları paraların hesabını vermekten kaçanlar, kötülüklerini ülkeyi savaşa sokmaya kadar vardırır. Ağır yenilgi ertesinde, 30 Ekim 1918’de Mondros anlaşmasıyla Osmanlı “Ordusunun derhal terhisini ve kargaşalık çıkarılan yerlerin işgal edilmesini” kabul eder. Savaş ertesinde soykırım ve savaş suçundan yargılanması gerekenlerin kimi ülke dışına,  kimi Anadolu içlerine kaçar. Kaçmak erkekliğin şanındandır!

Ne okul vardır ortada, ne de okul için toplanan paralar… İyisi mi bunu, İzmir’in milli kahramanı, “Yunan’a ilk kurşun sıkan” Hasan Tahsin yazdığı başyazıyla anlatsın:

Şimdi İttihat ve Terakki eski genel sekreteri Celal Bey (Bayar-tu), Manisa ve çevresinde dönüp dolaşıyor. Gazeteler kendisinden İttihat ve Terakki’nin genel sekreteri diye söz ediyorlar. Son İttihat kongresinde Talât, İttihat ve Terakki’nin paydos borusunu çalmamış mı idi? O halde şimdi taşra örgütlerinin eylemleri nasıl devam ediyor? İttihat ve Terakki ya var ya yok! Bunu anlamak istiyoruz. Varsa nasıl oluyor da memlekete bu kadar zulüm ve ihanette bulunan bir örgütün devamına izin veriliyor… İttihadın kılıç artıklarının haber sayfaları ilgili oldukları eski örgütün memleketi kan ve yoksulluk içinde batırdığını,.. en sonra adi hırsızlar gibi önemli bir serveti alarak bilinmeyen bir yere def olup gittiğini hatırlasalar ve sussalar.” (10)

Saklı “yüzleşme mekânı”nın kapısına geldik dayandık, ama lâf uzadı, bir türlü giremedik. Oysa bütün hikaye içinde gizli.

Bildiniz değil mi, orası neresi? Bilenler ve bilmeyenler için “devam”ı var.

Talât Ulusoy, 6 Temmuz 20015

  1. Bahri Baba (Parkı): Son kırıntıları “Konak Tüneli”ne yok edilen tarihi açık alan.
  2. Karantina: Şimdi “Küçükyalı” olan semt. 20.yy başına kadar gemilerle gelecek salgın hastalıkları önlemek için, gemici ve yolcular bir hafta kadar burada gözetimde kalırdı.
  3. Dolma: Konak kıyılarına eskiden halk arasında verilen ad.
  4. Reşadiye köyü: Şimdi adı Güzelyalı.
  5. Bkz, mebk12.meb.gov.tr
  6. Helen Hastanesi: Bugün Şair Eşref Bulvarı  üzerine, “Atatürk Lisesi” bitişiği
  7. Beyler Sokak: Kemeraltı’nda 848 sokak, 2.Beyler diye bilinir.
  8. Aydın Vilâyeti: O yıllarda İzmir Sancağı’nın merkez olduğu yönetim biriminin adı.
  9. 24 Şubat 1324 (8-9 Mart 1909)
  10. Hukuku Beşer gazetesi, 11 Aralık 1918

İZMİR HATIRLIYOR! Resmi ezberleri tersinden okuyor!

Antep “Gazi”dir, Maraş “Kahraman”, Urfa’ya “Şanlı” takısı uygun görülmüştür. Kalan yetmiş yedi şehir içinde böylesi takılara lâyık görülen yoktur. Elbet “ad takanlar”ın vardır bir bildikleri! Yalnız…

Yunan’a taarruz 26 Ağustos 1922’de Afyon’da başlar, Başkomutanlık Meydan Muharebesi Kütahya’nın Dumlupınar’ında kazanılır, Yunan İzmir’de “denize dökülür”, değil mi? Neden bu şehirlerimize; “Muharip” ya da “Savaşkan” Afyon, “Muzaffer” ya da “Utkan” Kütahya, “Halâskâr” ya da “Kurtarıcı” İzmir gibi unvanlar vermek akıllara gelmemiştir?

“GÜZEL İZMİR” YANMIŞ, DUYANI YOK

Gelmiştir! 13 Eylül 1922 günü, BMM’nin 101’inci toplantısında Edirne Mebusu (milletvekili) Şeref Bey, bazı Meclis üyeleriyle birlikte gittiği Batı Anadolu inceleme gezisinden yeni dönmüştür ve İzmir’in adının “Güzel İzmir” olması içinbir önerge verir. Zaten İzmir, uzun yıllardan beri sadece Osmanlı sınırları içinde değil, sadece Ege, Akdeniz kıyılarında değil, dünyada da “Güzel İzmir” diye ün kazanmıştır. Şeref Bey’in önergesi kabul edilirse bir gerçek tescillenmiş olacaktır sadece. Ertesi gün önerge “lâyiha encümeni”ne (tasarılar komisyonu) gönderilir.

13 Eylül 1922 “Büyük İzmir Yangını”nın başladığı gündür. 18 Eylül’e kadar süren, İzmir’in en güzel yerlerini kül eden, en önemlisi kadın, çocuk ve yaşlı onbinlerce İzmirlinin ölümüyle sonuçlanan bir yangındır bu. Bırakın “Güzel İzmir”i, İzmir’i İzmir yapan hiçbir şey kalmamıştır geriye. Böyle günlerde böyle bir önerge veren Şeref Bey, gündeme alınması için “komisyona havale” eden Meclis İzmir’in felâketi ile alay mı etmektedir?

Hayır! Şeref Bey’in de, arkadaşlarının da İzmir’in yanmakta olduğundan haberi yoktur. Belki bir iki “özel” kişi dışında Büyük Millet Meclisi’nin, müstakbel Cumhuriyet’in ikinci büyük şehrinin yanmakta olduğundan haberi yoktur! Olur mu böyle şey?!

Olur! Olduğunu Meclis toplantılarını (www.tbmm.gov.tr) izleyip görelim:

İzmir kül-kömüre döndüğü gün, yani 18 Eylül günü komisyon verilen önergeyi incelemeyi tamamlar ve Meclis’e gönderir. Belli ki Meclis’in hâlâ İzmir’in yanıp kül olduğundan haberi yoktur! Üstelik önerge 20 Eylül günü incelenmek üzere bu kez “Dahiliye (İçişleri) Encümeni”ne gönderilir. “Kurucu Meclis” yangını hâlâ duymamış olabilir mi? Duymuş ise; Hacı Bayram’da kılınan Cuma namazından sonra, dua ve tekbirlerle açılan “Kurucu Meclis” bu acıya duyarsız olabilir mi?

21 Eylül günü, bu komisyon da çalışmasını tamamlayıp tutanağını Meclis’e yollar ve önerge gündeme alınır! Ne demeye gelir şimdi bu “Güzel İzmir” önergesini gündeme almak?

Önergenin görüşüleceği ikinci oturum, çoğunluk sağlanamadığından yapılamaz. Bir sonraki toplantı 23 Eylül günüdür.

BU ZAFERLER ZORA SOKAR

23 Eylül günü geçmiş toplantının tutanak özetleri okunurken “önergenin gündeme alındığı”na dair ifade yinelenir. Demek ki önerge görüşülecektir. Ama ikinci ve üçüncü oturumlar (kapalı) gizlidir! Bu iki oturum tutanaklarında önergenin görüşüldüğüne ilişkin bir kayıt yoktur. Ancak Burdur milletvekili İsmail Suphi Beyve arkadaşlarının bir önergesi vardır: “Olağanüstü durumlar ve dört, beş gündür (İzmir ve Bursa’dan –TU)Meclisçe hiç bir haber alınamaması nedeniyle Hükümetçe bilgi verilmek üzere gizli oturum yapılması” önerilir. Bu önerinin gündeme alınıp alınmaması uzun tartışmalara neden olur, ama “Güzel İzmir” önergesi tartışılmaz. Bu tartışmalar sırasında Erzurum mebusu Hüseyin Avni’nin söyledikleri Meclis’in İzmir’den “resmen” haber alamadığına delildir:

“Efendiler, rica ederim herkes bu memlekette haddini hududunu bilmezse işin ölçüsü kaçar. Memleketin geleceğini yine zora sokarız… Onlarla biz haberleşemiyoruz, Avrupa bizimle haberleşiyor. Biz İzmir’le haberleşemiyoruz. İçişleri bakanı nerede? Hani bu devletin postası… Yirmi günden beri siyasi durum hakkında bize haber yok… Bugün. Onbeş gündür iş bitmiş. İzmir’e girilmiş…. Sonra bu zaferler sizi zora sokar. Bununla keyiflenmeyiniz, Cenabı Hak herkesin hakkını verir.” Nedir bu “memleketi zora sokmak”, nedir “zora sokacak zafer”, Hüseyin Avni Bey’in kulağına gelmiş bir şeyler mi vardır?

AÇIK MECLİS, KAPALI OTURUM

İzmir ile haberleşme koptu, peki ya İstanbul’la da mı koptu? Çünkü 16 tarihli İstanbul gazetesi Akşam’da yangınla ilgili, “İzmir yangını nihayet söndürüldü” manşetiyle ilk haber yer alır: “Şehrin yalnız Hıristiyan ve Frenk mahallelerinin yandığı hakkındaki haberler doğru değildir. İslâm mahalleleri de bu felaketten etkilenmiştir…”Bir gariplik vardır bu işte, Ankara, İzmir yangınını duymamakta ısrarlıdır.

Üşenmeyen tarasın, “Güzel İzmir” adı ekim sonuna kadar yayınlanmış gizli-açık hiçbir toplantı tutanağında yer almaz. “İzmir Yangını” lafı da geçmez. Önergenin verilişinden ekim ayı sonuna dek yapılan ve tutanakları yayınlanan kırk açık, on beş kadar gizli oturum vardır. Büyük olasılıkla, 21 Eylül günü gizli yapılan “üçüncü oturum”da mesele görüşülmüş, ve Meclis “Güzel İzmir”in artık güzel olmadığını öğrenmiş olabilir. “Büyük olasılıkla” diyorum, çünkü bu “gizli” oturumun ve 27-30 Eylül arasında yapılan 110. gizli birleşimin tutanakları yok!

Büyük Millet Meclisi için Büyük İzmir Yangını bu kadar önemsiz olabilir mi? Örneğin 18 Eylül günü yapılan gizli oturumda Kütahya mebusu Besim Atalay’ın “Alçak düşman Uşak’tan çekilirken …evlerimi, dükkânlarımı yakmıştır. Memleket haraptır…” ifadesini içeren telgrafının okunması üzerine yapılan konuşmalar “yangın” konularına ilgisiz kalınmadığını gösterir.

Doksan iki yıldır sadece “9 Eylül”ü, “düşman”dan kurtuluşu hatırlayan ve “zafer ile keyiflenip” bayram edenler, Ermeni Soykırımı ile yaptıkları gibi “memleketi zora sokanlar”lar, Büyük İzmir Yangını’nı ve yangında ölen altmış beş bini aşkın İzmirliyi hatırlamazlar! “Türk kanı”ndan değil ya da Hıristiyan diye mi? Sahi, bu milletin büyük “çoğunluk”u yaratılanı Yaratan’dan ötürü severdi, değil mi?!

Doksan yıldır hafızası itina ile silinen İzmir, sabırla geçmişini arıyor. Resmî ezberleri tersinden okuyor, “İzmir Hatırlıyor!”

Tal’at ULUSOY-Yüzleşme Atölyesi

14.09.2014- TARAF

Smyrna Τhe destruction of a comspopolitan city 1900 1922 Σμύρνη

İzmir Yangını Hakkında Belgesel