ORAL ÇALIŞLAR: Sabiha Gökçen, Dersim’i bombaladı mı?

Gökçen’in ‘Çarpışma meydanında canlı hedef üzerine bomba atmak insana hiç acımak hissi vermiyor’ sözüne ne demeli?

Hrant Dink, kendisiyle ilgili asıl saldırı kararının Sabih Gökçen konusunda yaptığı haberin ardından alındığını düşünürdü. Sabiha Gökçen’in bir Ermeni ailenin kızı olduğu haberinin Agos’ta yayımlanması ortalığı birbirine katmış, sonunda Genelkurmay Başkanlığı bu iddiayı ortaya atanları tehdit eden bir bildiri yayımlamıştı. More

FETVAYI KALBİNDEN AL!

Hayattan epey ‘yaş’ almış bizlerin bir çocukluk yurdu var. Bu yurttan biliyoruz ki çocuklar her zaman masum değiller, zalim oldukları halleri de bulunuyor. Çok iyi hatırlıyorum. Anne veya babamın kardeşlere pay ettiği bir şeyler olurdu. Bu bazen şeker, bazen de mevsimin ilk meyveleri…

Ben payıma düşeni hemen yemez, bekletirdim. Benden büyükler veya küçükler paylarını bitirdiklerinde kendiminkini gösterir, kıskandırırdım. Onlar kendilerinkini yemiş bitirmiş olsalar da yemeyip beklettiğime göz koyarlardı. O an onların sahip olmadıkları bir şeye sahiptim. Bu bana bir ayrıcalık verirdi. Almak isterlerdi elimdekini. Kaçardım. Ne yer ne de onlara verirdim. Onlar öylece bakarken ben yavaştan kendiminkini yemeye koyulurdum. Hasetle bakar, ağızlarında biriken suyu yutkunmakla kalırlardı. Ağzımdakinin tadına kardeşlerimin yutkunuşları eklerdi. Ki bunu yapan her zaman ben olmazdım, bazen de bana yapılırdı bu.
Türkiye’nin son otuz yılını kan ile inşa eden, ülkenin her bir insanına ve tarafına ağır bir acı bulaştıran ‘kirli savaş’a son vermek, ülkenin mutsuzluğunu gidermek, kansız bir tarihe başlangıç yapmak adına konuşmaya/tartışmaya başladığımız ‘Yeni Türkiye’ye itirazlar bana bu çocukluk hallerimizi hatırlattı. Epey gecikmiş bu tartışmaya, adaletin tesisine ağızlarını doldurarak küfreden insanlar çocuk değiller ama, hiç şüphesiz zalimler. Farkındalar mı bilmiyorum. Adına Türkiye dediğimiz ailenin ebeveyni/kurucusu her ne ise adaletli olamamış, kimi çocuklarını paydan mahrum bırakmıştır. Bu çocuklar paylarını erkenden yiyip bitirmiş değiller. Hissettikleri de, payını önce gizleyip sonra göstere göstere yiyen kardeşin hissettirdiği şeye benzemiyor. Bunlar daha başta paysız kalmış çocuklardır. Ki bunlar ülkenin Müslüman olmayan gruplarıdır, Sünniliğin dışında bir yorum paylaşan Alevi nüfustur ve her halleriyle görünür olan Kürtlerdir. Türkiye’nin ebeveyni, kurucu ruhu bunlara hem paydan bir şey vermemiş, hem de kendilerinden paydan paylanmış gibi hissetmeleri istenmiş.
Türkiye, paydan nasiplenmemişlerin iç geçirerek ve yutkunarak yaşadıkları bir ülke. İç geçiren mutsuz çocukların ülkesi. Ülke yürek burkan bir tarihe sahip. Paysız kalmış çocuklar itiraz dahi edememiş, sadece yutkunmuşlar. Ailenin ayrıcalıklı evladına benzedikleri, bu evlatmış gibi göründükleri kadarıyla kabul görmüşler. Türkiye, çağdaş görünümlü Sünni Müslüman Türklerin yurdu olmuş. Müslüman olmayanlar, Sünniliğin dışında duranlar, Türk olmadıklarını söyleyenler ülkenin kötücül yüzleri olarak işaretlenmiş. Kötücül, bir şekilde giderilmesi gereken lekeler…
Biz şimdilerde bu ‘leke’lere ‘ülkenin zencileri’ diyoruz. Kendince inanamayan, hissedemeyen ve yaşayamayanlar yani… Bunlar ‘Türk’çe inanmaya, hissetmeye, yaşamaya ve konuşmaya zorlanmışlar. Çağdaş görünümlü Sünni Müslüman Türk kendince olanı yaşamanın huzuru içindeyken onlar kendilerine ait olmayan bir libasın içinde huzursuz kalmışlar. Ve ne yazık ki ülkenin ayrıcalıklı evlatları böylesi haksız bir paylaşıma çok da itiraz etmemişler. ‘Bu paylaşım hakça değil; kalbimize ve vicdanımıza ağır geliyor. Payımıza düşenin ağırlığı bizi eziyor.’ diyenlerin varlığı net değil. Çağdaş görünümlü Türk kardeşler mevcut paylaşımı olması gerekenmiş gibi kabullenmişler. Öyle istenmiş, onlar da buna iman etmişler. Bu yüzden ülkenin Müslüman olmayan yüzleri, Alevileri ve Kürtleri, ‘Standart Türk’ için ‘daha fazla şey isteyen’, dolayısıyla huzuru ve sükûneti bozan unsurlar olmuş.
Çocukluk yurdunun çocuksu zalimlikleri anlaşılabilir bir şeydir. Bunu büyüklüğe taşımak, ülkenin büyük fotoğrafında yaşanır kılmak ise adaletin ruhuna ihanettir. Peygamber bir hadisinde, ‘Fetvayı kalbinden al!’ der. Çelişkiye düştüğünde, tercihte kararsız kaldığında, tercihinin sıhhatini sorguladığında kalbine dön bak, vicdanına yönel demek bu… Biz araçsallaşmış aklın türlü oyunlarından kalbimize yönelerek, vicdanımıza danışarak kurtulabiliriz. Hayatta verdiğimiz pozlar, aldığımız kararlar, karşı çıktıklarımız ve taraf olduklarımız kalbimize ve vicdanımızda nasıl görünüyor? İyi beslenmeyen, ihtiyaçları karşılanmayan, görmezden gelinen kardeşlerin arasında ailenin ayrıcalıklı evladı olarak mutlu olabilir miyiz? Büyük aile Türkiye gerçekliğinde şunlar bunlar mutsuzluklarını bağırarak dile getirirken, görülmek isterlerken, haklarını talep ederlerken biz haksızca konduğumuz payın üzerinde öylece rahat yatabilir miyiz?
Ülkenin Müslüman olmayan yüzleri, Alevileri, Kürtleri kendi dinlerince, dillerince, gönüllerince yaşadığı bir Türkiye için kalbimden fetva alarak, vicdanıma dönüp bakarak konuşuyorum. Mutsuz kardeşler arasında, hakları verilmemiş insanlar içinde huzurlu değilim. Kalbim kalk yerinden diyor, aldığın paydan vazgeç! Kardeşlerin payını almadıkça, ihtiyaçları karşılanmadıkça, onlar huzura kavuşmadıkça huzura kavuşamazsın. Herkes payını almadan, gönül rahatlığıyla sofraya oturamazsın! Kalkıyorum sofradan! Türkiye denen havzada kim mutsuz ve paysız yaşıyorsa onlara da sofrada yer açılsın diyorum.
Nihat DAĞLI
08.12.2012