M.Kemal’in 1927’de altı gün boyunca okuduğu “Büyük” Nutuk bir tarih mühendisliği harikasıdır. 36 saat 31 dakika içinde okunur ve 19 Mayıs 1919’dan başlatılarak, “Türk Kurtuluş Savaşı” ve Cumhuriyet kuruluşu ve inkılâplar süreci anlatılır.
“Siyasî ve millî tarihimizin birinci elden, çok değerli bir kaynak eseridir. ATATÜRK tarafından kaleme alınan bu eser, yine ATATÜRK tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan İkinci Kurultayı’nda…”okunmuştur. (www.ata.tsk.tr/01hayati/nutuk.html)
Nutuk sever bir kaynağın böyle tanıttığı Büyük” Nutuk”, hiç dile getirilmez ama başlangıç tarihinden doğan büyük bir eksiklikle malûldür. Başlangıç olarak 24 Nisan 1915’in alınması; 19 Mayıs 1919’u, 23 Nisan 1920’yi ve 29 Ekim 1923 doğuran ihtiyacı daha hakikate yakın olarak ortaya sergileyebilirdi.
“Büyük” Nutuk, Meclis’te, Parti’de (Cumhuriyet Halk Fırkası) ve toplumun her kesiminde bütün muhalifler susturulduktan sonra yazılan ve okunan bir tarih olduğu için de eksiklidir. Muhalefetsiz, dolayısıyla denetimsiz bütün tarih yazımları ve “milli tarih” inşaları “maili inhidam” yani yıkılmaya meyillidir. Mühendisliğin elifbasında yazan budur.
Size parça parça sunulacak olan “Küçük” Nutuk ise bir tarih yazımı değildir. Hafızalardan silinmiş geçmişi hafızalara geri çağırma çabasıdır. Geçmişi sorgulamak, geçmişle yüzleşmek çürük yapıları tanımayı sağlamanın önünü açacağı için, asla tarihçilere terk edilemeyecek bir iştir.
“Küçük” Nutuk 26 Ağustos “Büyük Taarruz” ile başlar. 8 Ekim 1922’ye, İzmir’in çoğunluğunu oluşturan Hıristiyan nüfusun tasfiyesine kadar olan altı haftalık dönemi kapsar ve ana konusu, bu süre içinde “kurucu ve kurtarıcı meclis”te neler olduğu, neler konuşulduğu veya nelerin hiç konuşulmadığı üzerinedir.
Meclis tutanakları, bugün tüm oturumlarıyla internettedir. (http://www.tbmm.gov.tr/kutuphane/tutanak) Ancak, gizli olmayan oturumların tüm tutanakları (eski harfler/Osmanlıca) olarak yayınlandığı halde, gizli oturumların Osmanlıca orijinalleri yoktur! Bu eksiklik her tür kuşkuya hak verdirecek önemdedir. Osmanlıca tutanakların Latin harflerine doğru ve eksiksiz aktarıldığı ne malûm?
Denetimsiz, demokrasisiz Cumhuriyet yapıları, temeli çürük binalara benzer. Hele çürük bir binanın sağlamlığına resmi eğitimle şu ya da bu ölçüde ikna edilmiş Cumhuriyetperver kuşaklar İttihatçı darbeleri Meşrutiyet, askeri darbeleri hürriyet, “seçilmişler” diktasını demokrasi kabul eder. Geçmişle yüzleşmek, bu kabullerden kurtulma, geçmişin hakikatlerini hafızaya çağırma çabalarıyla mümkündür. “Küçük” Nutuk, zihinlerde bu çabaları teşvik edecek sorular doğurabildiği ölçüde bir yüzleşme çabası olarak görülebilir.
“Küçük” Nutuk’ta “TBMM Zabıtları”ndan yapılan bütün alıntılar günümüz Türkçesi ile sadeleştirilmiştir. Asıllarına ulaşmak isteyenler yukarıdaki adreste bulabilirler.
Kurucu Meclis Ne Kuruyor?
26 Ağustos 2017, “Büyük Tarruz”un başladığı Cumartesi günü Meclis’in birinci oturum gündeminde görüşülen önemli bir konu yoktur. Ancak ikinci oturum gizli yapılır ve ilk olarak Erkânı Harbiyeyi Umumiye Reisi (Genel Kurmay Başkanı) Fevzi Paşa’nın telgrafı okunur. Son paragrafın bir cümlesi şöyledir:
“… Ordumuzun yüce Allah’ın izniyle Allah’ın yardımlarına dayanarak taarruz ettiğini arz ettim. Bizim taarruzumuzun son derece gizli tutulması kesinlikle askeri gerekliliktir…”
İzmir Mebusu Süleyman Efendi tarafından ayakta dua okunduktan sonra gizli görüşülecek esas gündem maddesine geçilir, görüşülen konu Pontüs meselesi hakkında bir kanun tasarısıdır! Tasarı Encümeni’nin gerekçe tutanağı okunur. İlk maddede Canik, Amasya ve Tokat sancaklarında geçici bir kumandanlık kurulması önerilir.
Anlaşılan o ki “zafer” kazanıldığı sırada Amasya ve Tokat’ta da Hıristiyan “eşkıya” ile savaş vardır. Ama zihne takılan soru şudur: Batı Cephesi’ndeki savaşın, başta başkumandan olmak üzere pek çok kahramanları bilinir de, Mecli’i böylesi önemli bir günde gizli gizli meşgul eden Karadeniz havalisindeki “kurtuluş savaşı”nın kahramanları niye pek görünmez?
Pontüs Tasarısı’nın 4. maddesi şöyledir:
“Takip kıtalarının ve eşkıyalık bölgesindeki silahlı kuvvetlere devletin faydalı faaliyetlerinin temin ve devamı, bilgi toplama ve değerlendirmede başarı ve güzel gayret ve fedakârlığı geçmiş adamların nakden de ödüllendirilmesi yüce amacının sürat ve hassasiyetle usulünü temin edeceği için son derece önemli. Bunlar ise para hususunda katiyen sıkıntıya yer vermemekle kabil olacağından kumandanlık bütçesinin hızla sağlanması ve sonuçlandırılmasıyla beraber her türlü fırsat ve imkândan hemen istifade için kumandanlık emrine peşinen avans olarak münasip bir miktar para gönderilmesi ile ve meselâ Samsun Rüsumat ve Reji idarelerine havale verilmesiyle kabil olduğu.”
Tasarı’nın 5. maddesi ise şöyledir:
“Takip Kuvvetleri Kumandanlığı eşkıyalığı durdurmak ve sürmek ve istikrarı sağlamak için şüpheli kişileri ayrı ayrı veyahut toplu olarak bölgesi dışına kovma ve mazlum ahalıyi ve saldırıya maruz köyleri eşkiyaya karşı koruma ve kollama (için) lüzum gördüğü silahlı tedbirleri almaya yetkilidir.”
Tasarı üstüne ilk sözü Lâzistan mebusu Ziya Hurşit alır. Onu tanımayan, tanımasa da ismini duymayan yok gibidir: İttihat Terakki’nin, Teşkilâtı Mahsusa’nın ünlü silahşörü ve suikastçısı olarak şöhret sahibidir…
Ziya Hurşit’in Meclis konuşmasına geçmeden, 20 Eylül 2013 tarihli Sözcü gazetesinden şu haberi de aktarayım:
“Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Rize’yi ziyareti sırasında kaldığı ve daha sonra müze haline getirilen eve, TBMM’nin 1. Dönem Rize milletvekillerinin resimleri asıldı…” girişinin altında “MHP Rize İl Başkanı Cem Kazmaz, Rize’deki Atatürk Evi’nin başköşesinde Atatürk’e suikast girişiminde bulunan Ziya Hurşit‘in fotoğrafının da yer aldığını…” bildirir ve “Rize Hemşin doğumlu olan Ziya Hurşit, TBMM’nin I. döneminde ‘’Lazistan milletvekili” olarak yer aldı. Bir dönem Yozgat İstiklâl Mahkemesi üyeliği görevinde de bulundu. 1926’da Atatürk’e İzmir’de yapılması planlanan suikasti örgütleyenler arasında yer aldı…” bilgisi verildikten sonra Sözcü sorar: “Bu fotoğrafın burada ne işi var?”
Milliyetçisi de, ulusalcısı da İzmir Suikasti sanığı olarak yargılanıp (?) idam edilen kahramanlarından aynı şiddette nefret eder! Gariptir ama, hepsi de Ziya Hurşit’in Meclis’teki şu sözlerinin altına tereddütsüz imza atar:
“… Nihayet geçen sene bu Pontüs (tutanaklardaki Pontüs ismini aynen koruyorum-tu) ocağını tamamen söndürmek için işe başlanıldı. Fakat bu Pontüs köylerinin yanmasına ve Pontüscülerin dağa çıkmasına rağmen yine bendeniz diyorum ki; Pontüs ocağını Hükümet söndürememiştir. Bilakis başka bir yara açmıştır… Çünkü Amasya, Tokat mebusları bilirler ki Samsun ve havalisinde tehcir edilen Rumlar ve Rum aile yalnız Tokat ile Amasya arasında saldırıya uğramışlardır. O zaman onların orada mallan, canları vardı. Belki kadınları falan vardı… Bunlar 30 bin hanedir. Bunlar Divrik’te, Arapkir’de, Keban Maden’de vesairede birleşmişlerdir. Para kazanıyorlar, ticaret ediyorlar. Samsun’da ailelerine gönderiyorlar… “
Osmanlı’da burjuvazi, doğal olarak İslâm millet/ Milleti Hakime (asilzadeler diyelim) içinden değil, şehirli gayrımüslimler içinden doğmuştur ve ticaretle ve sanayi ile zenginleşmeye başlayanlar onlardır. Müslümanlar dışında zenginlerin ortaya çıkmaya başlaması egemen sınıf ekabirleri ve onların kapıkullarında şiddetli bir nefret doğurmuştur. Ziya Hurşit “Para kazanıyorlar, ticaret ediyorlar” derken bu nefreti açığa vurur.
“Hükümet asıl Pontüs ocağını söndürmeyi başaramamıştır Hatası vardır ve işte bu giden inceleme heyetine bu ış havale edilebilir… Oraya gidecek heyet Hükümete sormadan her şeyi yapacak, çünkü elinde kanun vardır… Hükümetin bunlardan haberi olmayacaktır… Çünkü buradan gidecek olan: Bakanlar Kurulu’ndan değil doğrudan doğruya Meclis tarafından gizli oyla seçilecek ve bir… başbakan kadar yetkiye sahip bir adam gidecektir. Bundan dolayı bu meseleye olağanüstü dikkat etmeliyiz. Çünkü olanlardan sonra şimdiye kadar devletlerden bir inceleme heyetı gelmemiştir, fakat bir gün olup gelecektir. Bu heyet gelirse Hükümet ne suretle hazırlanmıştır?..”
“İçişlerimize müdahale ettirmeme” hassasiyetinin kaynağı demek ki ta “kurucu meclis”e kadar gidiyor. Ziya Hurşit ibretlik sözlerine devam ediyor:
“Aynı zamanda tehcir yapılırken, Hükümet bir çok masraflar yapmıştır. Sonra bölük bölük asker bulunduğu halde köyler yakılmıştır ve Maliye Vekili Beyefendi de 3-19 bin lira sarf harcandığını söylüyor. Yani kıymetli bir para harcanmıştır, evler yakılmış ve bir çok şeyler olmuş bu harcama niçin yapılmıştı. Ancak Pontüs ocağını söndürmek içindi…”
Meclistekiler, “gizli” oturumdaki bu konuşmayı “malûmu ilâm” (bilinenin anlatılması) sessizliği içinde dinler. İtiraz eden yoktur!
Hani “galip geldiğimiz savaşta mağlup sayılmış” ve “emperyalist devletler” gelip vatanımızı “işgal” etmişlerdi ya! İşte o “işgal”den sonra, 1918’den sonra olanlara geçiyor “millet”in vekili:
“Bir müddet sonra gelmişlerdir ve tekrar yerleşmişlerdir. Şimdi tehcir ettiğimiz adamlar ne oldu? Şimdi gitti, Malatya’ya şuraya., buraya.. Bundan dolayı tehcir gayet acele ve hiç bir tecrübe görmeden, tecrübesiz olarak adeta görmemişcesine yapılmıştır… Çünkü efendiler, yalnız Samsun’da bu yoktur, Giresun’da da vardı. Orada tehcir yapıldı. Acaba onlar dağa neden çıkmadı?”
Giresun’da Topal Osman vardı değil mi ve “tecrübeli” olarak neler yapmıştı? Onun “kahramanlık”ları saymakla tükenmez. Başkumandanın, Reisicumhur’un, Ulu Önder’in muhafız alayı kumandanlığına kadar yükselmemiş miydi?
“İşte bunu İnceleme Heyeti araştırıp meydana çıkarmalıdır. O zaman eşkıyalığın ve yanan köylerin sır ve hikmeti çıkar. Orada dağa çıkamadılar. Hepsi orada defolup gitmişlerdir. Orada hiçbir Müslümanın burnu kanamadı. Samsun mıntıkasında aynı olmamıştır. Olmamasının sebebi; (meselâ sesleri) baştan kumanda edilmemesi gibi… Tabiî Hükümet o zaman Hükümet olarak vazifesini idare etmemiştir. Çete. olsaydı daha iyi idare edebilirdi. Beş altı elden iş yapılırsa işler böyle olur. Mesele meydandadır.”
Evet, mesele meydandadır: Tarihçilerin “Büyük Taarruz” olarak adlandırdıkları, siyasi ve askeri ağızların “zafer” olarak nitelediği ve Genel Kurmay Başkanı’nın “aramızda kalsın” dediği olayın geçtiği gün “Kurucu Meclis”in hali! Diğer konuşmalarda Ziya Hurşit’in söylediklerine karşı çıkan bir cümle yok.
TBMM tutanaklarının açık-gizli bütün oturumları günümüz Türkçe’sine çevrilip yayınlansa, “İstiklâl Harbi” ya da “Kurtuluş Savaşı” gölgesinde iktidar sürenler bu kadar desteksiz atamaz.
Not: 27 Ağustos 1922 Pazar günü toplantı yok. “Kurucu Meclis”in 28 Ağustos toplantı gündeminde acaba neler var ve neler konuşulmuş, deva edecek…
27.08.2017