“Küçük” NUTUK 15-SON / 9 Ekim 1922

Son gemi, son İzmirli Ortodoks Rum ve Ermeni kadın, çocuk ve yaşlıları o gün İzmir’den alıp götürür. Tarih, 9 Ekim 1922,.

Küçük Nutuk’taki şu cümleyi de hatırlayalım lütfen:

18-45 Yaş arasındaki Ortodoks Rum ve Ermeni erkekleri toplanmaya başlamıştır ve nüfusun kalanına yurtlarını terk etmek için 30 Eylül’e kadar süre tanınmıştır.”  (Küçük Nutuk 14)

İzmir’i “kurtaranlar”ın “Ya terk et, ya terk et” emri çok açıktır. Nitekim 30 Eylül gelip çatar, lâkin ne ile gidecektir şu Kordon boyuna yığılmış binlerce insan?

İzmir’i kurtaranlar da, İzmir’in yanışını Körfez’de demirli harp gemilerinden seyreden İtilaf devletleri ve Amerikan gemileri de, çaresiz bekleşen İzmirliler için uzun süre kılını kıpırdatmaz. Nihayet YMCA (Genç Hristiyan Erkekler Birliği) adlı yardım kuruluşundan Amerikalı Asa Jenings’in çabalarıyla Midilli’den sağlanan gemiler pek çok sefer yaparak sağ kalan çocuk kadın ve yaşlıları İzmir cehenneminden çeker alır.

Yurtlarından sürülen, ama “kendileri bırakıp gittiler” denilen, üstelik arkalarından “giderken yaktılar” denilen yaşlı, kadın ve çocuklarla dolu son gemi Körfez’den Ege’ye çıkarken, onları yurtlarından sürüp çıkaranlar “kovduk” diyemezler, ama binlerce İzmirli ve Egeli Hıristiyan için “gaip” (kayıp) ve “terkgerde” (terk eden) demekten hiç utanmazlar. Üstelik onların taşınır ve taşınmaz bütün mallarının üstüne oturup, “bunlar emvali metruke”dir (terkedilmiş mallar) demekten ise hiç mi hiç utanmazlar!

18 Eylül’e kadar İzmir’in yanıp kül olduğundan habersiz olan “Kurucu Meclis” elbette bu büyük felaketten haberdar olmuş ve duruma el koymuştur, diye düşünenler olabilir !!!

Keşke öyle bir meclis olaydı… Keşke bu düşüncedekiler haklı çıkaydı…

Hayır! İzmir hiç derdi değildir “Kurucu Meclis”in! 18 Eylül-9 Ekim arası toplantıların esas gündemini İzmir’deki “emvali metruke” meselesi oluşturur.

20 Eylül günü yapılan oturumda İzmir gibi “kurtarılmış“ bölgelerde Maliye Bakanlığı’nca ne gibi önlemlere baş vurulmakta olduğu sorusu gündeme gelir ve bu soru bir “gizli” oturuma sebep olur. Bakanın cevabı şudur:

Kurtarılmış yerlerde acizane bakanlığımın kabul ve uygulanması gerekli önlemler ve uygulamaları aşağıda sıralanan maddelerden ibarettir :

  • Devlet teşkilâtı ve genel hizmetlere gerekli ödeneklerin sağlanması., B) Genel borçlar, C) Gümrük gelirleri, D) Harp ganimetleri, E) Terkedilmiş mallar, F) Genel mallar.”

 

İkinci büyük şehri kül olmuş ve binlerce Hıristiyan vatandaşı ölmüş Müslüman Büyük Millet Meclisi hükümetinin bakanı, devlet için gelir kaynağı olarak “Ganimet ve terkedilmiş mallar”ı gelir kalemlerinden ikisi olarak hesap edebilmektedir!

21 Eylül günü de bir “gizli” oturum yapılır, ama bu oturumun TBMM Arşivi’nde tutanakları yoktur! Belki de “ganimet ve terkedilmiş mal” paylaşımıdır gizli gündem maddesi.

23 Eylül günü nihayet Burdur mebusu İsmail Suphi Bey’den bir soru önergesi gelir:

“Böyle hayatî dakikalarda her şeyi günü gününe ve hatta saati saatine B. M. Meclisinin vâkıf olması lâzım geldiği (bilmesi gerektiği) halde İcra Vekilleri Heyeti’nin (bakanlar kurulunun) Reis Paşa (Meclis başkanı ve başkumandan M.Kemal)  ile telgraf muhaberesi (heberleşmesi) henüz temin edemedikleri Hariciye Vekâleti Vekili Beyefendi’nin ‘ifadesinden hayretle anlaşıldı. Memleketin kaderine el koymak ve hakiki hükümet olan T.B.M. Meclisi’nin asla karanlıkta bırakılmamak ve vazifei âliyesini (yüce görevini) ifa edebilmek üzere İzmir’le hemen ve her ne suretle olursa olsun muhaberenin temini hususunun Heyeti Vekile’ye havalesini teklif ederim.”

Evet, havale edilir, o kadar. Yangının haberi gelmese bile dumanı da mı gelmez şu Ankara’ya?!

25 Eylül.günü, Başkumandan’ın emri üstüne İzmir’e giden Rauf Bey’den iki telgraf gelir “Kurucu Meclis”e. Birinde içişleri ve adalet bakanlığı memurlarının bir an evvel İzmir’e gönderilmesini, diğerinde ilgili kanunun bir an evvel çıkarılmasını ister.

Suphi Bey “yok” sanmaktadır ama, İzmir ile haberleşme vardır yani! Telgraflar gelir, gider, ama İzmir’in kül olduğuna dair bir kelime olsun yoktur. “Kahpe” Yunan, “Hain” Ermeni yaktıysa bunu dünyaya anında duyurmak gerekmez mi? Oysa bu “Kurucu Meclis” küçük köy ve kasabaların bile Yunan kaçarken yakıldığını defalarca “tel’in” eden (lanetleyen) meclis değil mi?

27 Eylül günü, nihayet İzmir’den, Başkumandan’dan bir telgraf gelir. Özeti şudur:

“… 9 Eylül 1922 tarihinden itibaren hemen her gün birliklerimiz İtilâf birlikleriyle ve konsoloslarıyla temas etmekte ve sürekli askeri harekâtımızın ertelenmesine yönelik girişimlere maruz kalmaktadır. … Askeri harekatımızı zararlı siyasi etkilerden kurtarabilmek için gereken askerî kararlar ertelenemez olduğundan Bakanlar Kurulu’nun bir kaç gün için tümünün burada bulunmasına kesin ihtiyaç olmakla beraber Yüce Meclis’in başbakan ile dışişleri bakanını Başkumandanlık ‘a gönderilmek suretiyle gösterdiği samimi desteği de teşekkürle anarım… Gizli oturumda Yüce Meclis’e okunmak üzere Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’na ve bilgi için başbakanlığa takdim olunmuştur.”

Başkumandan bu telgrafında Uşakizade köşkünden seyrettiği yangının sözünü etmez!

30 Eylül günü yapılan toplantıda, “Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ve İzmir’de bulunan bakanların Ankara’ya dönmek üzere hareket ettikleri”ne dair telgraf okunur. Bu telgraf’ta da ne İzmir ne de yangın kelimesi yoktur. Her halde Ankara’ya varınca anlatacaklardır!

30 Eylül günü İzmir’de bir sıkıyönetim bildirisi daha yayınlanır. İlk maddesi aynen şöyledir:

“Altı numaralı beyannamede verilen mühlet (süre) bugün (30/9/1338) hitam (son) bulmuş ise de kafi derece ve miktarda vapur bulunmaması sebebiyle bahren müfarakat etmek (deniz yoluyla gitmek) arzusunda bulunanların bir kısmının hareket edemedikleri anlaşıldığından işbu mühlet sekiz gün temdit olunmuştur (uzatılmıştır). Son müddetin hitamı olan 8/10/1338 akşamına kadar bahren gitmek arzusunda olanların behemahal (mutlaka)hareket etmeleri muktazidir (gereklidir). Bahren gitmeyecek olanlar dahil memalike (ülke içine) nakil olunmak üzere kendilerine en yakın olan karakollara müracaatla efrat ve aileleriyle beraber isimlerini kaydettirecekler ve harekete amade (hazır)bulunacaklardır. İsimlerini kaydettirmeyenler emri hükümete itaat etmemiş addolunarak tecziye edileceklerdir (hükümetin emrine uymamış saylarak cezalandırılacaklardır)”.

4 Ekim Çarşamba günü, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa artık Meclis’tedir ve askeri zaferi ayrıntılarıyla anlatan uzun bir konuşma yapar. Ankara’da, “Kurucu Meclis”te yapılan bu konuşmada da, bir cümlecik bile İzmir Yangını’ndan söz edilmez! (TBMM Zabıtlar, c.23, s.264-277)

Aynı gün bir de gizli oturum yapılır. Gündem “İtilaf Devletleri’nin verdiği notaya verilecek cevap”tır. Bu görüşme sırasında da İzmir Yangını lâfı geçmez.

5 Ekim ve 7 Ekim’deki toplantı gündemine de giremez Büyük İzmir Yangını!.. Alışıldığı üzere yine bir gizli oturum vardır ve “Muvazenei Umumiye Kanun Layihası’dır (Genel Mali Denge Kanun Tasarısı) gündem.

8 Ekim İzmirli Ortodoks Rum ve Ermenilere İzmir’den “ayrılmaları” için tanına sürenin son günüdür, ama Asa Jennings’in bulduğu gemiler yetmez, verilen “terk et emri”nin yerine getirilmesi ertesi güne kalır.

9 Ekim’de yapılan açık ve gizli oturumlarda ağırlık noktasını Mudanya Konferansı oluşturur. İzmir adı yine ağızlara alınmaz… Üzüntüden olabilir mi?!

9 Eylül 1922 İzmir’e “Kurucu Meclis” kuvvetlerinin girdiği gündür, İzmir’in “kurtulduğu” ve “kahpe Yunan”ın denize döküldüğü gün değildir! Denize dökülenler, bir ay boyunca İzmir’de, zorla toplandıkları Kordon boyunda izdihamdan düşüp boğulanlar, alabora olan tekne ve mavnalardan denize dökülenler; çocuk, kadın ve yaşlılardır.

Hakikat şu ki, 9 Ekim 1922’dir İzmir’in esas “kurtuluş” günü! Evet, son “Ortodoks Hıristiyanlar”ın İzmir’den kovulduğu gündür o gün.

““Büyük Nutuk, Meclis’te, Parti’de (Cumhuriyet Halk Fırkası) ve toplumun her kesiminde bütün muhalifler susturulduktan sonra yazılan ve okunan bir tarih olduğu için … eksiklidir.”  Muhalefetsiz, karşı görüşsüz  her “iyi”nin üstü kazınınca altından nice soru işareti çıkar. Bu yüzdendir ki, “Tek Adam”ların “büyük büyük” nutuklarına kanmamak lâzım. “Kurucu Meclis” gibi “kurucu efsane”lere kaldanmamak lâzım. “Küçük” nutuklara kulakları tıkamamak lâzım.

Ölenler Hıristiyan diye olanları görmezden gelmek hak mıdır? Asla!

Kim … bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur” (Maide suresi, ayet 32)

Asa Jennings mi Allah’ın cennetine lâyık, İzmir yanarken seyredenler ve “Kurucu Meclis”te “Duymadım, görmedim, bilmiyorum” oynayanlar mı?

İzmir 9 Eylül’de kurtulmamıştır. İzmir ancak “Büyük Yangın”ı hafızasına çağırabildiği gün kurtulur.

İzmir, 9 Eylül ile yetinmez, her 9 Ekim’de ölen ve sürgün edilen çocuk, kadın ve yaşlı İzmirlileri hatırlarsa, işte o gün kurtulur.

Encümende unutulan “İzmir’in adı Güzel İzmir olsun” önerisi (Küçük Nutuk 11) ancak o gün gerçek olur…

Talât Ulusoy – Yüzleşme Atölyesi